Aller au contenu principal

Türkiye'nin dış ilişkileri


Türkiye'nin dış ilişkileri


Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu konum nedeniyle Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlamaktadır. Türkiye, hem bulunduğu konum, hem de dünya siyasetindeki aktif rolü sebebiyle dünyada diplomatik ağı en geniş ülkelerden birisidir. Türkiye dış ilişkiler konusunda birçok ülkeye, ülkelerin kalkınması için Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı ile yardım etmektedir. Türkiye aynı zamanda birçok ülkenin eğitiminin gelişmesi ve yardım ettiği ülkelerin vatandaşlarının daha iyi eğitim alması için Türkiye Maarif Vakfı ve Türkiye Bursu ile yardımlarda bulunmaktadır. Türkiye neredeyse bütün Afrika ülkelerinde Türkiye Bursu vermektedir.

Türkiye kurulduğu dönemlerde yeteri kadar güçlü olmadığı için küresel sorunlarda genellikle tarafsız kalmıştır. Ülke yaşadığı savaşları geride bırakıp gelişmeye başladıktan sonra uluslararası problemlerde daha fazla söz sahibi olmaya başlamıştır. 2000'lerde ise bulunduğu Balkanlar ve Orta Doğu'da bölgesel güç haline gelmiştir.

Türkiye sürdürdüğü dış politikası sayesinde dünyada bir nüfuza sahiptir ve İslam dünyası'nda, Orta Doğu'da, Türk devletlerinde ve Afrika'da gözle görünür bir etkisi vardır. Dış politikada Türkiye'nin en çok yardım sağladığı ülkeler genellikle Afrika ülkeleridir.

Tarih

Dünya Savaşları

I. Dünya Savaşı bittikten bir yıl sonra Türk Kurtuluş Savaşı başlamış ve Türkiye bu savaş sonrası 1923 yılında kurulmuştur. Ülke kurulduktan sadece 12 yıl sonra dünyada gerginlik artmış ve 1939 yılında II. Dünya Savaşı başlamıştır. Müttefik Devletler çok uğraşsa da, Türkiye teknolojik olarak Avrupa'nın gerisinde kalması ve yaptığı savaşların etkisini daha yeni atlatmaya başlaması nedeniyle bu savaşa katılmamıştır. Ancak 1944'teki Normandiya Çıkarması sonrası dünyadaki birçok ülke gibi Türkiye'de Müttefik Devletler'e katılmış ve bu sayede Birleşmiş Milletler'in kurucu üyelerinden birisi olmuştur.

Soğuk Savaş

II. Dünya Savaşının bitiminin ardından 1947'de başlayan Soğuk Savaş döneminde Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin Sovyetler Birliği'ne karşı en önemli müttefiklerinden birisi olmuştur. Bu dönemde Yunanistan'da komünist isyanının bastırılmasında zorluk yaşanması ve Sovyetler Birliği'nin Türk Boğazları'nda askeri üs talep etmesi nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri 1947'de Truman Doktrini'ni ilan etmiştir. Doktrinin amacı; Türkiye ve Yunanistan'da güvenliğin sağlanması ve bu iki ülkenin komünizme karşı daha güçlü olmasıydı. Bu doktrin ile ABD, Türkiye'ye 100 milyon dolar hibe etmiştir.

Türkiye ve Yunanistan 1948 yılında Avrupa ekonomisinin yeniden inşası için Marshall Planı ve OEEC'ye dahil edildi, daha sonra 1961 yılında OECD'nin kurucu üyesi haline geldi.

Türkiye 1950'de başlayan Kore Savaşı'na katılmış ve 18 Şubat 1952'de NATO'ya üye olmuştur.

İkili ilişkiler

Türkiye'yi tanıyan ilk devlet Ermenistan'dır ama Türkiye ile Ermenistan arasında hiçbir zaman diplomatik ilişkiler kurulmamıştır.

Avrupa

Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu konum nedeniyle Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlamaktadır. Ülkenin %3'ü Avrupa kıtasında olmasına rağmen, Türkiye birçok konuda Avrupa ülkeleri ile birlikte hareket etmekte ve Avrupa Birliği dışında bütün Avrupa örgütlerine üyedir. Türkiye'nin, Avrupa ile birlikte hareket ettiği birçok konudan biri de spordur. Türkiye, bütün spor müsabakalarında Avrupa'ya bağlıdır.

Avrupa Birliği, 27 üye ülkeden oluşan ve toprakları büyük ölçüde Avrupa kıtasında bulunan siyasi ve ekonomik bir örgütlenmedir. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik süreci, 1963 yılında Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ortaklık antlaşması imzalamasıyla başlayan ve 1987 yılında tam üyeliğe başvurmasıyla ivme kazanan süreçtir. 1999 yılında AB üyeleri tarafından aday olarak kabul edilen Türkiye, 2005 yılında tam üyelik müzakerelerine başladı.

Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başladı. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması ortaklık yaratan bir anlaşmadır. Bunu 1970 yılında imzalanan Katma Protokol izlemiştir. Türkiye'nin, sonradan Topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce Topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında hâlen devam etmekte olan süreçte Türkiye–AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarındandır.

Avrupa merkezli örgütler

Sosyal
Teknik
Spor

Balkanlar

Türkiye ve Türk halkı, Balkan ülkeleri ile ortak tarihe ve birçok ortak değere-kültüre sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu bu bölgeye 14. yüzyılda girmiş, bölgenin çoğunluğunu ve en önemli bölgelerini 19. yüzyıla kadar elinde tutmuştur. 20. yüzyılda kaybettiği savaşlar sonucu birçok bölgede hakimiyetini kaybetmiştir ve elinde sadece Doğu Trakya bölgesini tutabilmiştir.

Türkiye'nin şu anki topraklarının %3'ü Balkanlar'ın Doğu Trakya bölgesine aittir.

Türkiye'deki birçok vatandaşın Balkan kökenli olduğu düşünülmektedir. Özellikle ülkede Arnavut, Boşnak, Bulgar, Makedon ve Yunan kökenli vatandaşlara rastlamak mümkündür. Bu nedenle Türkiye'de 10 milyondan fazla vatandaşın balkan kökenli olduğu tahmin edilmektedir. Ancak kimliğini koruyabilen vatandaşların sayısı oldukça azdır. Örneğin 3.5-6 milyon Türk vatandaşının kökeninin Arnavut olduğu düşünülse de şu anda kimliğini koruyabilen Arnavut vatandaşların sayısı 80 bin ila 500 bin arasındadır. Türkiye'de kökene dayalı nüfus sayımı yapılmadığı için kesin sonuçlara ulaşmak oldukça zordur.

Balkanlar'ın birçok şehrinde Osmanlı İmparatorluğu'nun izlerine, Osmanlılar'ın mimarilerine rastlamak mümkündür. Bu izlere özellikle de Belgrad, Selanik, Sofya, Filibe, Varna ve Mostar gibi şehirlerde rastlanılabilir.

Doğu Avrupa

Afrika

Türkiye şu anda Afrika ülkelerine en çok yardım sağlayan ülkelerden birisidir. Özellikle Müslüman Afrika ülkelerinde sevilen bir ülkedir.

Faaliyetler

Türkiye Afrika ülkelerindeki sorunları çözmek için "Afrika'nın sorunlarına Afrikalı çözümler" ilkesi ile hareket etmektedir.

Türkiye Büyükelçiliklerin yanı sıra Afrika'da; TİKA, AFAD, Yunus Emre Enstitüsü, Maarif Vakfı, Türkiye Diyanet Vakfı, Anadolu Ajansı ve Türk Hava Yolları'da faaliyet göstermektedir.

1992 yılından, 2020 yılına kadar 13.119 Afrikalı öğrenci Türkiye'de lisans, lisansüstü ve doktora eğitimi almıştır.

Ticaret

Türkiye'nin, Afrika ülkeleri ile ticaret rakamları 2003 yılında 5,4 milyar $ seviyelerindeyken bu sayı 2020 itibarıyla 25,3 milyar $ bandına çıkmıştır. 2003 yılında Sahra Altı Afrika ülkeleri ticaret 1,35 milyar $ seviyelerindeyken 2020'den sonra bu sayı 10 milyar $'a çıkmıştır.

1970'ler

Türkiye'nin Sahraaltı Afrika ülkelerine yönelik ilk açılımı 1978-79 yıllarında gerçekleşmiştir. Bu amaçla Dışişleri Bakanlığı'nda Afrika işlerine bakacak bir daire kurulmuş ve ekonomik ilişkileri geliştirme ağırlıklı çalışmalara başlanmıştır.

Afrika ülkeleriyle ekonomik ilişkileri geliştirmek için kamu ve özel kesim temsilcilerinden oluşan bir heyet 12-18 Şubat 1979 tarihlerinde Nijerya ve Kenya'yı ziyaret etmiş, daha sonra da üç gruba ayrılarak Uganda, Etiyopya ve Sudan'da temaslarda bulunmuştur. Aynı dönemde Tanzanya ve Somali'de büyükelçilikler açılmış, Zimbabwe'nin bağımsızlığı için mücadele eden örgütlere yardım sağlanmıştır.

2000'ler

Türkiye, 2002'de kurulan Afrika Birliği'nin, 2005 yılında gözlemci üyesi, 2008'de ise stratejik ortağı olmuştur.

Türkiye'nin Afrika'ya açılma politikası 2013 yılına kadar başarılı şekilde sürdürülmüş ve Türkiye bu doğrultuda Afrika ortaklık politikasına başlamıştır.

Türkiye'nin 2002 yılında 12 Afrika ülkesinde büyükelçiliği bulunurken bu sayı 2019'da 42'ye yükselmiştir. 2008 yılında Türkiye'de 10 Afrika ülkesinin büyükelçiliği bulunurken, 2019 yılında da bu sayı 36'ya çıkmıştır. Son olarak Sierra Leone Türkiye'de büyükelçilik açmıştır ve Ankara'daki büyükelçilik sayısı 37 olmuştur.

Kuzey Afrika ülkeleri

Sahra Altı Afrika ülkeleri

Okyanusya

Türkiye'nin Okyanusya ülkeleri ile etkileşimi tarihsel olarak Suriye ve Lübnan bölgelerinden Avustralya'ya yapılan göçlerle başlamıştır. I. Dünya Savaşı'nda Anzak birliklerinin Gelibolu'daki serüveni, savaş sonrasında ilişkileri olumlu etkilemiş, Avustralyalı devlet adamlarıyla asker ailelerinin Gelibolu’daki anıt mezarları ziyaretleri ile iki ülke ilişkileri ileri dönemde de artarak gelişmiştir.

Diplomatik ilişkiler ise 1967-1968 yıllarında karşılıklı açılan büyükelçilikler ile başlamıştır. 23-25 Nisan 2015 tarihlerinde İstanbul ve Çanakkale’de gerçekleştirilen Çanakkale Savaşları ’nın 100. Yıldönümü Anma Etkinliklerine katılmak üzere dönemin Avustralya Başbakanı Tony Abbott Türkiye'yi ziyaret etmiştir. Ayrıca dönemin Yeni Zelanda Başbakanı John Key, anma etkinlikleri kapsamında İstanbul’da düzenlenen Barış Zirvesi’nde ana konuşmacılardan biri olmuştur. 10 binden fazla Yeni Zelandalı ve Avustralyalının katıldığı Anzak Günü törenleri de başarıyla gerçekleştirilmiştir.

Uluslararası örgütler

Sosyal

Ekonomik

Askeri

Teknik

Spor

Savaşlar

II. Dünya Savaşı

II. Dünya Savaşı öncesinde Çekoslovakya'nın ve Arnavutluk'un işgallerinden endişelenen Türk hükûmeti, 1939'da İngiltere ve Fransa ile ortak bir bildiri yayımladı. 19 Ekim 1939'da Ankara'da bu iki devlet ile Türkiye arasında ittifak kuruldu. Buna göre Akdeniz'de bir savaşın olması halinde üç devlet yardımlaşacaktı. Maddeler arasında askerî ve maddi yardımdan da bahsedilmekteydi. Ancak savaş zamanı Türkiye, Sovyet Rusya unsurunu gerekçe göstererek savaşa fiilen katılmadı. 25 Mart 1941 tarihinde Türkiye ile Sovyet Rusya arasında saldırmazlık halini duyuran bildiri yayımlandı. Aynı yıl Nazi Almanyası ile Sovyet Rusya arasında saldırmazlık paktı geçerliyken Balkan Seferi başladı. İşgal ihtimali üzerinden baskı yapan Müttefiklere rağmen Türkiye çatışmaya girmedi ve Alman büyükelçisi Von Papen aracılığıyla diplomatik ilişkiler geliştirildi; 18 Haziran 1941'de Türk-Alman Dostluk Paktı imzalandı.

Aynı zamanda Almanya'ya 90.000 ton krom madeninin satımı başladı, bunun karşılığında Türkiye'nin silah ve araç ihtiyacı Almanya tarafından karşılanacaktı. İmzalanan antlaşmadan dört gün sonra Barbarossa Harekatı başladı; 12 Temmuz 1941'de İngiltere-Sovyet Rusya ortak hareket antlaşması imzalandı. Bu harekâtın ardından Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, büyükelçi aracılığıyla Alman kuvvetlerinin Türkiye üzerinden Kafkaslara ve Irak'a sevkiyatı için baskı yapmaya başladı, bu isteğin yerine getirilmesi halinde Türkiye'ye Balkanlar'da bazı toprakların ve Ege'de bir adanın teslim edileceği taahhüt edildi. Her iki tarafın baskılarına rağmen Türkiye savaşa girmedi, bu süre zarfında Almanya, Stalingrad Muharebesi'ni kaybetti ve Türkiye'nin denge politikası devam etti. İki tarafla imzalanan saldırmazlık paktlarına rağmen Türkiye temkinli davranmaktaydı; zira komşu ülke İran, saldırmazlık paktına rağmen Ağustos 1941'de Sovyet-İngiliz ortak saldırısına uğradı, aynı şekilde saldırmazlık paktı imzalanalı 2 yıl olmadan Almanya da Sovyet Rusya'ya saldırmıştı. 14 Ocak 1943'te Müttefik devlet başkanlarının katılımıyla Casablanca Konferansı düzenlendi, konferansta Türkiye'nin güçlendirilmesi ve savaşa sokulması kararlaştırıldı. Amaç, Nazi Almanyası'nın uydu devleti Romanya'daki petrol kuyularını vurmaktı. Konferanstan sonra ABD'nin diplomatik ve maddi temasları İngiltere üzerinden kurmayı tercih etmesi Türkiye'de tepkiyle karşılandı. Balkanlar'da yeni bir cephe açılmasını düşünen Churchill, bu cephede Müttefiklere Türkiye'nin de destek vermesini sağlamak için 30 Ocak 1943'te Adana'ya geldi. Adana'nın 23 kilometre dışında bulunan Yenice istasyonunda bir tren vagonunun içinde yapılan Yenice görüşmelerinde, Sovyetler'e olan güvensizlik ve Türk ordusunun donanımsızlığı gerekçeleriyle Churchill'in talepleri reddedildi. Bölgede varlığı devam eden Almanya ile ilişkileri zayıflatmamak için basın yoluyla Türkiye'nin dış politikada değişime başvurmayacağı açıkça ifade edildi. 1943'ten sonra Müttefiklerin baskıları devam etse de Türkiye'nin denge politikası bir süre devam etti, Müttefiklerin savaştaki üstünlüğü Türk-Alman ilişkilerini de etkiledi ve 20 Nisan 1944'te Almanya'ya krom sevkiyatı durduruldu. Müttefikler, sevkiyatın durdurulmaması halinde ambargo uygulayacaklarını belirtmişlerdi. Almanya'nın buna tepkisi büyükelçi aracılığıyla nota vermek oldu. Ağustos 1944'te Bulgaristan Krallığı, savaştan çekildi ve ülkeye Sovyet ordusu girdi; bu gelişmelere paralel olarak Türkiye, Almanya ve Japonya ile bütün ilişkilerini kestiğini duyurdu.

Sıkı Yönetim ve Kısmi Seferberlik

20 Kasım'da İstanbul, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ, Çanakkale ve Kocaeli illerinde sıkıyönetim ilan edildi ve ertesi gün bu bölgeyi kapsayan sıkıyönetim komutanlığına Jandarma Genel Komutanı Korgeneral Ali Rıza Artunkal atandı.

Savaşın başlamasından kısa bir süre sonra kısmi seferberlik ilan edilerek 1920, 1921, 1922 doğumlular silah altına alındı. 1. Ordu'ya bağlı üç Kolordu Edirne sınırına kaydırıldı. Karargâhı Ankara'da bulunan 2. Ordu ise olası bir İstanbul'un işgaline karşı, başkent Ankara'yı koruması için Balıkesir'e kaydırıldı. Karargâhı Erzurum'da bulunan 3. Ordu, Sovyetler Birliği, İran, Irak ve Suriye sınırını korumakla görevlendirildi. Ordunun asker sayısı 1.300.000 kişiye çıkarıldı.

Hitler'in İsmet İnönü'ye mektubu

Hitler'in İsmet İnönü'ye mektubu; Resmî olarak 1 Eylül 1939 sabah saat 5.45’te Alman ordularının Polonya sınırına saldırmasıyla başlayıp 2 Eylül 1945’te Japonya'nın teslimiyet belgesinin imzalanması ile sonuçlanan İkinci Dünya Savaşı sırasında, Almanya Devlet Başkanı Adolf Hitler'in Almanya Büyükelçisi Von Papen aracılığı ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'ye yazdığı 1 Mart 1941 tarihli mektuptur.

Mektupların metni, 1967’de Milliyet’te yayınlandı. Haberde İnönü Türkiyesi’nin Hitler Almanyası’na ‘müzahir’ (arka çıkan) olduğu diye değil, İnönü’nün ülkesini her saldırıya karşı korumaya hazır olduğu şeklinde yorumlanmıştı. Ayrıca şu belirtilmişti: O sırada “kudretinin zirvesinde olan Hitler, bu gibi sözlere nadiren muhatap olmuştu.".

Türk-Alman Dostluk Paktı

Türkiye yönetiminin bu öneriyi kabul etmesi, Müttefiklerle ilişkilerini bir dar boğaza sürüklemiştir. 18 Haziran 1941'de imzalanan saldırmazlık anlaşması Türkiye’nin Almanya ile olan ilişkileri yönünden bir kilometre taşı oldu. Ne var ki 10 Ağustos 1941'de Rusya ve İngiltere, ortak notayı Türkiye hükûmetine ilettiler. Bu notada, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne saygılı olunacağı ancak, Montrö Antlaşması gereği Türkiye'nin boğazları savaş gemilerine kapalı tutma taahhüdüne sadık kalmasının gereği belirtilmiştir. İzleyen yıllar, Müttefiklerin Türkiye'nin kendi cephelerinde savaşa girmesi konusunda baskılarının giderek arttığı yıllar olmuştur

Kore Savaşı

II. Dünya Savaşı'nın bitip Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya'ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetler Birliği'nin Doğu Anadolu Bölgesi'nde toprak ve Boğazlar'da üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştır. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloku'na ve Amerika'ya yaklaşmaya başladı.

Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için, başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından "Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması" şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloku arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye bir NATO üyesi olmuştur.

Konuşlandırma

Türkiye Cumhuriyeti, başlangıçta Kore’ye topçu taburu takviyeli bir piyade alayı göndermeyi düşündüğü halde, sonradan bu birliğin bir tugay seviyesinde olmasına karar verdi.

Üç piyade taburundan oluşan 241. Piyade Alayı, bir topçu taburu, bir istihkam bölüğü, bir uçaksavar bataryası, bir ordudonatım bölüğü, bir ulaştırma bölüğü, bir tanksavar takımı ve bir depo bölüğünden oluşuyordu.

Gönüllü olanlardan seçilmiş olan bu tugay 259 subay, 18 askerî memur, 4 sivil memur, 395 astsubay, 4414 erbaş ve er olmak üzere 5090 kişiydi. Tugay komutanlığına Tuğgeneral Tahsin Yazıcı seçilmişti.

Ankara’da oluşturulan tugay demiryolu ile İskenderun’a aktarıldıktan sonra Amerika’nın tahsis ettiği gemilerle Kore’nin Pusan limanına nakledildi. Burada bekletilmeden Daegu şehrine alınarak kışlaya yerleştirildi.

Taegu’da Türk Tugayı Amerikan malzemesi ile yeniden donatıldı. Eskimiş malzemeler ise geri gönderildi. Bu yeni malzemeyi kullanmak için eğitiminden geçen tugay 10 Kasım 1950’de cepheye hareket etti. Önce Seul’un 60–100 km kuzeyinde bölgenin emniyet sorumluluğunu üstlenen tugay daha sonra Kunu-ri bölgesine nakledildi.

Kunu-ri Muharebesi

Çin’in savaşa dahil olmasının ardından BM kuvvetlerinin cephesi yarılmıştı. ABD Kara Kuvvetleri 9. Kolordusu’nun ihtiyat tugayı olan Türk Tugayı, Kunu-ri bölgesinde direnerek 8. Ordu’nun yok olmadan çekilmesini sağladı.

Douglas MacArthur "Türklerin kahramanca çarpışmaları Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinin salimen yeni müdafaa hatlarına çekilmelerini mümkün kılmıştır."dedi.

Kumyangjang-ni Muharebesi

Türk Tugayı birlikleri, 6 Ocak 1951'de Chonan'da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra 24 Ocak'ta Chonan'dan hareket ederek Çin Halk Gönüllü Ordusu'nun savunma mevziinin bir kısmını almak üzere saldırıya geçti ve bölgeyi savunan Çin Halk Gönüllü Ordusu 150. Tümeni'ne bağlı 447. ve 448. alayları ile mücadeleye girdi. Başlangıçta inisiyatif Çin birliklerindeydi. Ancak silah üstünlüğünü Çinliler elde edememişlerdi. Çinlilerin el bombası sayısı azdı. Türk tugayı Çinlilerden daha fazla el bombasına sahipti. Bunun nedenlerinden biri de ABD tarafından silah ve cephane ile desteklenmesiydi.

Savaşın başında mevzilerinde bulunan Çinliler etkili bir şekilde ateş yağdırmaya başladılar. Ancak önceden mevzilendirilen Türk 1. Takımı görünmeden Çinlilerin mevzilerine yaklaşıp el bombası kullanarak Çinlilerin mevzilerini aldı. Çinlilerin bu bölgedeki mevzileri yeniden ele geçirebilmek için uğraşması sonucu Türk 2. Taburu 185 rakımlı tepeyi ve ardından 156 rakımlı tepeyi süngü hücumuyla aldı. Alay taarruz grubu da rahat bir şekilde Kumyangjang-ni kasabasını aştı.

Savaş Sonrası

1960 yılında 200 kişilik bir bölük gücüne ve 1965 yılında bir manga gücüne düşürüldü. 1971 yılında tamamen geri çekildi.

Körfez Savaşı

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra Batı açısından stratejik önemini kaybedeceğini düşünen Türkiye'nin endişeleri Irak'ın Kuveyt'i işgaliyle birlikte ortadan kalktı. Özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal, doğan fırsatı kullanarak Türkiye'nin stratejik öneminin azalmadığını göstermek istiyordu. Körfez krizinde aktif politika izlemek isteyen Özal, temkinli bir siyasetten yana olan Başbakan Yıldırım Akbulut, Dışişleri Bakanı Ali Bozer ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile karşı karşıya kaldı, Özal'ın tutumuna tepki gösteren Dışişleri Bakanı Ali Bozer (11 Ekim 1990), Millî Savunma Bakanı Safa Giray ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay (3 Aralık 1990) görevlerinden istifa ettiler. Ayrıca Özal'ın uygulamak istediği aktif siyaset muhalefet tarafından sert biçimde eleştirildi.

ABD bu kriz sırasında Ankara'dan 3 konuda yardım istedi; Türkiye'deki üslerin Irak'a yönelik hava harekâtlarında kullandırılması ve Saddam'ın Kuveyt cephesindeki asker sayısını azaltması için Türkiye'nin Irak sınırına asker kaydırması. Türkiye bu iki talebe olumlu cevap verirken, Suudi Arabistan'da toplanan koalisyon kuvvetlerine birlik gönderilmesi isteği ise Özal'ın tüm ısrarlarına rağmen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı çıkması sonucu gerçekleşmedi. Türkiye bu doğrultuda 180,000 kadar askeri Irak sınırına kaydırarak, Irak'ın kuzeyde 8 tümen tutmasını sağladı ve böylece kara savaşında koalisyon güçleri üzerindeki yükü hafifletmiş oldu.

Türkiye, Körfez krizinin başında ılımlı bir politika izlemesine rağmen 8 Ağustos 1990'da, BM'nin Irak'a ambargo kararlarına uyarak Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattını kapattı. Irak'a yönelik uluslararası ambargoya katılmasına ve İncirlik Hava Üssü'nün Amerikan uçakları tarafından kullanılmasına müsaade etmesine rağmen Türkiye, Körfez Savaşı'na fiili olarak katılmadı. Sadece Irak'ın Türkiye topraklarına olası bir füze saldırısında bulunmasından Saddam'ı caydırmak amacıyla Irak sınırına asker yığmakla yetindi.

Özal'ın Musul ve Kerkük'ün alınmasından, bölgedeki Arap ülkeleriyle geliştirilecek ekonomik ve ticari ilişkiler ile bu ülkeleri potansiyel silah pazarı olarak görme planları uzun vadede sonuç vermedi. Aksine, savaştan sonra Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattını kapatılmasından dolayı Türkiye'nin uğradığı zararın tazmin edilmesi için körfez ülkeleri tarafından verilen 3 milyar dolarlık yardımın ödenmesinde bile isteksiz davranıldı. Körfez ülkelerinden ve ABD'den alınan yardımlar ve tazminatlar, Türkiye'nin, Körfez Savaşı'ndan sonra da yaklaşık 12 yıl yürürlükte kalan BM ambargosuna uyması nedeniye uğradığı 100 milyar ABD Dolarının üzerindeki zararın karşılanmasında çok yetersiz kaldı.

Ayrıca savaştan sonra ayaklanan Kürtlerin Saddam kuvvetleri tarafından saldırıya uğraması sonucunda, 1,5 milyon Kürt Türkiye sınırından geçti. Türkiye duruma kayıtsız kalmayıp Kürtlerin sığındıkları dağlardan indirilip, Irak tarafındaki düzlüklere yerleştirilmesi için burada bir tampon bölge oluşturulması fikrini ABD'ye iletti. Bundan sonra Irak'ın kuzeyinde Kürtler için oluşturulan Güvenlik Bölgesi'nin korunması için aralarında Türkiye, ABD, İngiltere ve Fransız askeri kuvvetlerinin bulunduğu Çekiç Güç'ün Türkiye sınırları içinde de konuşlanmasına izin verildi (Temmuz 1991). 2003'teki Irak Savaşı'na kadar görev yapan Çekiç Güç'ün varlığı Türkiye'de büyük tartışmalara yol açtı.

Dönemin Başbakanı Yıldırım Akbulut'un Millî Düşünce Merkezi'nde bu konuyu anlattığı konferans yayınlanmıştır.

Bosna Savaşı

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin dağılmasının ardından Bosna Savaşı başladı. Durum 1992'de kötüleşmeye başladı ve NATO 1993'te Bosna'da uçuşa yasak bölgeye, Uçuş Yasağı Harekâtı ile Bosna Savaşı'na müdahale etmeye başladı. Türkiye bu savaşta ABD ile iş birliği yaparak ve Bosna askerlerine silah yardımında bulunarak destek verdi. Savaşta ABD mali destekte bulunurken Türkiye de Bosna ordusuna eğitim desteği verdi. Türkiye 1994 yılının Temmuz ayında Bosna'nın Zenica şehrine 1500 asker göndererek ateşkesin gözlemcisi olmuştur. Hırvatistan Ankara Büyükelçisi, Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Hırvat Cumhurbaşkanı ile konuşmasının barışa zemin oluşturduğunu söylemiştir.

Yugoslavya'ya Ambargo

27 Mayıs 1992'de, kuşatma altında bulunan Saraybosna'da, Vase Miskin sokağında meydana gelen patlama sonucunda 17 sivil hayatını kaybetti, 108 kişi de yaralandı. Onlarca sivilin ölmesi üzerine İngiltere Başbakanı John Major, ABD Başkanı George H. W. Bush, Türkiye Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin ve başka siyasi liderleri hemen bu olayın Sırplar tarafından yapıldığını anlamıştı. Neticede, üç gün sonra, 30 Mayıs 1992'de, BM Güvenlik Konseyi, Sırpların yaptığı ekmek bekleyen insanlara saldırı nedeniyle Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ne petrol satışının yasaklanması ve hava bağlantısının kesilmesini de kapsayan geniş bir ekonomik ambargo uygulanmasını kabul etti.

Savaş Sonrası

Bosna-Hersek İslam toplumunun başkanı Mustafa Cerić, “Türkiye bizim annemiz, öyleydi, öyle kalacaktır” dedi. Dönemin Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 11 Temmuz 2012 tarihinde Srebrenitsa Katliamı'nın Srebrenitsa'daki anma törenlerine katıldığı zaman, Aliya İzzetbegoviç'in kendisini hastanede ziyaret ederken, "Bosna, size emanet, buralar Osmanlı’nın bakiyesidir" dediğini söylemiştir. Son yıllarda Boşnak politikacılar arasında Türk nüfuzu artıyor. Erdoğan, iki büyük Boşnak siyasi partisinin, Demokratik Eylem Partisi'nin ve Bosna-Hersek Sosyal Demokrat Partisi'nin uzlaştırılması konusundaki gayretiyle bilinmektedir.

Türkiye savaş bittikten sonra savaş sırasında Hırvatlar tarafından yıkılan Mostar Köprüsü'nün restorasyonunu üstlenmiştir.

Kosova Savaşı

1998-1999 Kosova Savaşı, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ordusunun, bağımsızlık isteyen Kosova Kurtuluş Ordusu’na ve bu örgüt yanında yer alan milis güçlerine karşı yürüttüğü operasyon ve buna karşı NATO'nun başlattığı müdahaledir.

NATO'nun Yugoslavya'ya karşı hava saldırılarına başlamasıyla, Yugoslavya kimliği altında Sırp ordusu ve milis güçleri tarafından Kosovalı Müslüman sivillere karşı etnik temizlik girişimi başlatılmıştır.

Kosova Savaşı'nın başlaması ile milyonlarca insan ülkesinden başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Göç edenlerin en çok göç ettikleri ülkeler Arnavutluk, Kuzey Makedonya, Karadağ ve Türkiye oldu. Türkiye bu olanlara sessiz kalmamış ve 1999 yılında Kosova'ya yardım etmiştir. Türk uçakları ilk olarak denetim uçuşları yapmıştır ve daha sonra da Barış Gücünün bir parçası olmuştur. Kosova'da Türklerin yaşıyor olması da Türkiye'nin Kosova'ya yardım etmesini tetikleyen unsurlardan birisi olmuştur. Savaşın sonunda bağımsızlığı ilan eden Kosova'yı tanıyan ilk devletlerden birisi Türkiye olmuştur.

Tarihsel Geri Plan

Sırplar ve Arnavutlar, 20. yüzyıl boyunca bölgenin kontrolü için yarışmışlardır. Sırplar toplam nüfusun % 10'una sahip olmalarına rağmen, tarihsel ve duygusal olarak bölgenin önemi onlar için çok büyüktür. Kosova’da yaşayan bir diğer millet olan Türkler, Sırp-Arnavut çekişmesinde çeşitli sosyal ve kültürel sebeplerden dolayı genellikle Arnavut tarafında yer almışlardır. Sırpların ta 1389 senesine I. Kosova Muharebesi’ne dayanan ve Türklere karşı olan ters duruşları, Kosova meselesinde merkezde olmuştur. 1990’larda artan Sırp milliyetçiliğinin beslendiği ve hatta temellendiği bu husus, son Kosova Savaşı öncesinde Kosova’daki Türkleri ve Arnavutları (Müslüman olmaları sebebiyle Goralılar, Boşnakları da) karşı cephede tutmuştur.

Kosovo Force

Kosovo Force (KFOR), Kosova'da güvenliği sağlamakla görevli NATO önderliğinde çok uluslu bir barış gücüdür.

Türkiye, barış gücüne 752 asker göndermiştir ve şu anda ise 402 asker ile bölgede gözlemci konumundadır. Türkiye bölgede en çok asker bulunduran 3. ülkedir.

Afganistan Savaşı

Afganistan Savaşı, 2001 Ekim'inin 7. gününde başlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri tarafından 11 Eylül saldırıları gerekçesi ile yapılmıştır. ABD Başkanı George W. Bush'un "terörle mücadele" politikası kapsamında yaptığı bir savaştır. Harekât Usame bin Ladin'in yakalanmasına değin sürecekti. Aynı zamanda Taliban ve diğer Taliban yandaşı güçlerin ortadan kaldırılması ile harekât sona erecekti. Böylelikle Afganistan'da iç güvenlik sağlanmış olacaktı.

ABD ve Birleşik Krallık önce hava bombardımanı daha sonra da takviye güçlerle beraber Afganistan'a asker indirdi. 2002'de Amerikan ve İngiliz askerleri Kuzey İttifakı ile savaşa katıldı. Daha sonra gerginlikler üzerine NATO güçleri (Koalisyon güçleri) Afganistan'a asker indirdiler. Daha sonra Amerikan hükûmeti kalıcı barışı sağlamak amacı ile bölgede asker bulundurup varlıklarını hissettireceklerini açıkladı.

Başlangıçtaki atak Taliban'ı güçten düşürdü, fakat Taliban kuvvetleri yeniden toparlandılar. Savaşın amacı olan El-Kaide'nin hareketlerini kısıtlamak, tam olarak başarıldı denemez. 2006'dan bu yana artan Taliban kaynaklı isyancı hareketler, gelişen yasa dışı uyuşturucu üretimi ve zayıf yönetimin Kabil'in dışındaki kısıtlı kontrolü dolayısıyla Afganistan'ın istikrarı tehlikede görülmektedir.

Türkiye'nin desteği

Kararlı Destek Misyonu ile Afganistan'a yardım ve destek amaçlı koalisyon kurulmuştur. Kurulan koalisyona Türkiye, Uluslararası Güvenlik Destek Gücü ile birlikte toplamda 1.327 asker göndererek katkı vermiştir. Ayrıca Türkiye bu savaşta Çerçeve Ülke görevini üstlenen devletlerden birisi olmuştur. Bu savaş sonrası Türkiye 2020 yılına kadar Hamid Karzai Uluslararası Havaalanının güvenliğini ve işletmesini üstlenmiştir.

Harekâtlar

Kıbrıs Harekâtı

20 Temmuz 1974'te Başbakan Bülent Ecevit’in liderliğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs'ta başlattığı askerî harekât. Harekâtın ilk ayağı Yunanistan hükûmetinin desteğiyle gerçekleştirilen 15 Temmuz 1974 darbesinin ardından düzenlendi. 14 Ağustos günü başlatılan ikinci harekâtla Kuzey Lefkoşa da dahil olmak üzere adanın yüzde 37'sinin Türk kontrolüne geçmesiyle sonuçlandı. 140 bin ila 200 bin Rum adanın kuzeyinden, 42 bin ila 65 bin Türk adanın güneyinden göçmen oldu.

Zürih ve Londra Antlaşması

Zürih ve Londra Antlaşması, 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan devletleri Kıbrıs'taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır. Rum tarafını Başpiskopos Makarios, Türk tarafını ise Fazıl Küçük temsil etmekteydi.

Bunu takip eden 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olarak 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulması sağlanmış oldu.

Harekât kararı

Kıbrıs'ta bir darbe yapıldığı haberi, Lefkoşa'da bulunan Türk Büyükelçiliği'nin gönderdiği şifreli mesajla 15 Temmuz 1974 sabahı Türk Dışişleri tarafından öğrenildi. Kıbrıs'taki durumun Türkiye'nin bir askerî müdahalesini gerektirecek kadar ciddi olduğu değerlendirmesini yapan Türk hükûmeti, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Garanti Antlaşması'nın garantör devlet olarak Türkiye'ye verdiği müdahale hakkını kullanmadan önce, diğer bir garantör devlet olan İngiltere'nin yetkilileriyle görüşerek birlikte hareket etmek üzere girişimde bulundu. İngiltere kabul etmezse, Türkiye'nin yalnız başına hareket etmesi; görüşmeler sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin hazırlık yapması kararlaştırıldı.

Dışişleri yetkilileri bu düşünce ve planlarını 16 Temmuz'da İngiltere ve ABD'nin Ankara büyükelçiliklerine bildirdi. 16 Temmuz 1974'te muhalefet partilerinin başkanlarıyla da üç saate yakın bir toplantı yapan başbakan Ertesi gün konuyu müzakere için Londra'ya gitti. Kimi kaynaklara göre heyet henüz Etimesgut Askeri Havaalanı'ndan yeni kalkmışken Başbakan Vekili Erbakan Milli Güvenlik Kurulunu acil gündem koduyla toplamış; toplantı devam ederken Erbakan, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a gemilerin yola çıkması için emir vermiştir.

Türkiye heyeti, İngiltere Başbakanı Harold Wilson, İngiltere Dışişleri Bakanı James Callaghan ve Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Londra'ya gelen ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Joseph Sisco ile ayrı ayrı görüşmeler yaptı. İngiltere ve ABD konuya Türkiye gibi yaklaşmamaktaydı. Bu arada Türkiye'de Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ve Maliye Bakanı Deniz Baykal, muhalefet partilerinin başkanlarıyla bir toplantı yaptı. Toplantının sonunda tüm muhalefet parti başkanlarının hükûmetin kararlığını gördüğü ve destek verdiği ifade edilir.

Türk heyeti, 18 Temmuz 1974 akşamı saat 20.30'da Londra'dan Ankara'ya hareket etti; Başbakan Ecevit, 19 Temmuz'da 02:00'da Ankara'ya varınca Genelkurmay başkanlığında komutanlar ile bir toplantı yaptı. İngiltere'deki görüşmelerin aktarıldığı ve hazırlıkların gözden geçirildiği bu toplantıda başbakan harekâtın amacı ve adının "Barış Harekatı" olduğunu belirtti. Genelkurmaydaki toplantının ardından Bakanlar Kurulu toplanıp oy birliği ile Kıbrıs'a müdahale kararı aldı. Bakanlar Kurulunun yazılı kararı, 19 Temmuz 1974 sabahı Genelkurmay Başkanlığına ulaştırıldı.

Hazırlıklar

Kıbrıs'taki Sampson darbesinden sonra siyasal, diplomatik etkinliklerle birlikte askeri hazırlıklar yapılmış; Genelkurmay, 1964 yılından beri hazırlanmış ve geliştirilmiş planlar üzerine çalışmaya başlamış ve görev alacak birlikler alarma geçirilmişti. Bu hazırlıklar çerçevsinde Türk ordusunun harekâta katılabilecek satıh birlikleriyle muharebe ve idari destek birlikleri Mersin-Taşucu bölgesi ve civarında yığınak yaptı. Deniz ve Hava Kuvvetleri bir yandan savaş hazırlıklarını yürütürken buna paralel olarak Mersin-Taşucu-Kıbrıs üçgeni ve civarında keşif ve devriye harekâtını sürdürdü. Türk Ordusu Güney'de Kıbrıs'a karşı hazırlanırken, Batıda da olası bir Yunan savaşına karşı önlem aldı. Trakya'daki 2. ve 5. Kolordu birlikleri Yunan sınırına hareket etti; Batı Anadolu'daki Ege Ordusu sefer görev yerini aldı. Donanma Ege ve Akdeniz'e açıldı, bazı sivil gemiler ordu emrine alındı.

Türk heyetinin olumlu bir sonuç elde edemeden Londra'dan dönüşünden sonra Genelkurmay'da yapılan toplantıda hazırlıklar gözden geçirildi. Ordu, daha önce de kararlaştırıldığı gibi 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahı harekete hazırdı. Türk çıkartma filosu 19 Temmuz sabahı saat 11.30'da Mersin'den Girne'nin batısına doğru hareket etti. 6 tane boş Türk ticaret gemisinden oluşan sahte çıkarma filosu ise Mağusa'ya doğru yol aldı.

Savaşı gerektirecek durumun baş göstermesi nedeniyle Ankara, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne, Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Adana, İçel ve Hatay'da 20 Temmuz sabah saat 07.00'den itibaren bir ay süre ile, anayasanın 12. maddesi hükmüne dayanarak sıkıyönetim ilan edildi.

Sonuçlar

Kıbrıs Barış Harekâtı sonunda tarafların kayıpları şöyleydi: Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 415 Kara, 65 Deniz, 5 Hava, 13 Jandarma olmak üzere toplam: 498 ölü ve 1.200 yaralı vermiştir. Kıbrıs Türk tarafı ise, 70 mücahit ölü, 270 sivil ölü, 1,000 yaralı. Kıbrıs Türkleri genel olarak 1672 ölü ve binlerce yaralı vermiştir. Rumlar ve Yunanlar ise 4 bin ölü, 12 bin yaralı vermiştir.

Savaşın dışında olmasına rağmen BM Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı.

1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983'te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.

PKK'ya karşı harekâtlar

Türkiye-PKK çatışması, PKK ve Türk Silahlı Kuvvetleri arasında örgütün 1978'de yılında kurulması ile beraber başlayan ve halen devam eden çatışmaları kapsamaktadır. 1984 yılına kadar küçük ölçekli silahlı çatışmalar yaşanmışsa da; Türk güvenlik güçleri ve PKK mensupları arasındaki topyekün silahlı mücadele 1984 yılında PKK'nın gerçekleştirdiği Eruh ve Şemdinli saldırıları ile başlamıştır. Çatışmalar genellikle; Türkiye, Suriye ve Irak'da gerçekleşmektedir.

1980'den beri Suriye'de bulunan Abdullah Öcalan, Türkiye'nin yoğun baskıları sonucu Suriye'den çıkartılmıştır. Önce Rusya, ardından da sırasıyla İtalya, Yunanistan ve Kenya'ya giden Öcalan, 15 Şubat 1999'da Nairobi'deki Yunanistan Büyükelçiliğinde yakalanmış, Türkiye'ye getirilmiş ve burada yargılanmıştır.

TSK tarafından PKK’yı hedef alan sınır ötesi harekâtlar 1983 yılında başlatıldı. Terörle mücadele sürecinin bir parçası olan bu operasyonlar, Irak’ın kuzeyinde bulunan kampları ve bölgedeki peşmergeleri hedef aldı ve yıllar içinde TSK bu bölgeye pek çok hava ve kara harekâtı düzenledi.

2012 yılının yaz mevsiminde, Kürtlerin Kuzey Suriye'de denetimi ele geçirmesi ile Türkiye-PKK çatışması farklı bir boyut almıştır. Türkiye, Suriye rejimini PKK'nın Suriye kolu olan PYD/YPG'yi desteklemekle suçlamıştır.

Sınır ötesi operasyonlar

Türkiye, PKK ve ilgili gruplara karşı Suriye ve Irak'ta çok sayıda hava saldırısı ve kara operasyonu düzenledi.

*: Fırat Kalkanı Harekâtı'nda Türkiye ve Özgür Suriye Ordusu beraber IŞİD'e karşı savaşırken, YPG de IŞİD'e karşı savaşmaktaydı. ABD tarafından desteklenen YPG ve Türkiye, tam çatışmaya girmekten kaçındı. Türkiye'nin stratejik hedefi, Afrin kantonunun YPG kontrolündeki Münbiç ve diğer Rojava bölgelerine bağlanmasını engellemekti. Bu durum dolayısıyla olaylardaki kayıpların yalnızca küçük bir bölümü Türkiye-YPG arasındaki çatışma sebebiyle gerçekleşti.

Suriye'ye yapılan operasyonlar

Suriye İç Savaşı'nın çıkması ile birlikte Türk ordusu, Türkiye'nin sınır güvenliğini sağlamak amacıyla terör örgütü olarak tanıdığı IŞİD ve PKK'nın Suriye kolu olduğunu belirttiği PYD, YPG'ye karşı sınır ötesi operasyonlar düzenlemiştir. Türk ordusunun Suriye'ye ilk harekâtı Şah Fırat Operasyonu ile 22 Şubat 2015'te gerçekleşmiştir. Suriye Silahlı Kuvvetlerinin Suriye'nin kuzeyinde kontrolü kaybetmesi sebebiyle Türk ordusu ile Suriye ordusu sık sık karşı karşıya gelmemiştir. Son olarak Türk ordusu ile Suriye ordusu arasında İdlib'de yaşanan olaylar sonrası Bahar Kalkanı Harekâtı başlatılmıştır. Bu harekât Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2020 itibarıyla Suriye'ye yaptığı son askerî harekât durumundadır. Bu operasyonlar neticesinde İdlib, Cerablus, El-Bab, Azez, Rasulayn, Tel Abyad gibi şehirler Türk ordusu tarafından kontrol edilmektedir.

Operasyonlar listesi

Collection James Bond 007

NATO ve Türkiye

NATO-Türkiye ilişkileri, Türkiye'nin, NATO üyesi olmak için girdiği Kore Savaşı ile 1952 yılında başlamıştır.

Katkılar

  • Ege Denizi'ndeki düzensiz geçişin önlenmesi, keşif gözetleme ve denetim konularında destek sağlanması. Aynı zamanda Türkiye NATO'nun faaliyetlerine daimi katılım sağlamaktadır.
  • Irak'a askeri eğitmen ve askeri danışmanlık sağlanması. Irak'ta kuvvet koruma timi konuşlandırılması.
  • IŞİD ile mücadele koalisyonu kapsamında gerçekleşen NATO uçaklarının uçuşlarına yakıt ikmali gerçekleştirilmesi.
  • Doğu Avrupa'ya yönelik yapılan tedbirlerde gerçekleşen uçuşlara yakıt ikmali yapılması.
  • Konya Hava Üssü'nün NATO'ya sunulması.
  • NATO Daimi Deniz Güçlerine ve NATO Daimi Mayın Karşı Tedbir Güçlerine daimi surette katılım.

Savaşlar

  • Körfez Savaşı
  • Bosna Savaşı
  • Kosova Savaşı
  • Afganistan Savaşı

İstanbul İş Birliği Girişimi

NATO'nun sınırlarını genişletmek ve Akdeniz Diyaloğu adı altında daha fazla Müslüman devlet ile iş birliği yapmak için 2004 yılında gerçekleştirdiği zirvedir. Türkiye, NATO'ya üye en gelişmiş Müslüman devlet olduğu için bu zirve İstanbul'da yapılmıştır.

Girişimde birliği katılması için görüşülen ülkeler;

  •  Afganistan
  •  Avustralya
  •  Bahreyn
  •  Birleşik Arap Emirlikleri
  •  Güney Kore
  •  Irak
  •  Japonya
  •  Katar
  •  Kuveyt
  •  Moğolistan
  •  Pakistan
  •  Venezuela
  •  Yeni Zelanda

Ayrıca Bakınız: İstanbul İş Birliği Girişimi

NATO ile bağlantılı tesis ve karargâhlar

Türkiye NATO'nun komuta ve kuvvet yapısına en çok katkıyı yapan ülkelerdendir. NATO'nun Kara Komutanlığının (LANDCOM) merkezi İzmir'de yer almaktadır. NATO Mukabele Kuvveti (NRF) kapsamındaki Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Görev Gücüne, 2021 yılında Türkiye liderlik edecektir.

Ayrıca bakınız

  • Türkiye'nin üye olduğu uluslararası kuruluşlar listesi
  • Türkiye'nin diplomatik temsilcilikleri listesi
  • Türkiye'deki diplomatik temsilcilikler listesi
  • Ülkelerin diplomatik temsilcilik sayısına göre listesi

Kaynakça

Notlar


Text submitted to CC-BY-SA license. Source: Türkiye'nin dış ilişkileri by Wikipedia (Historical)